hayat admini’nde dijital temizlik yaptıktan sonra evde de bayağı düzenleme yaptığım, 3 pound’a aldığım lalelerin kıyamete bile dayanma kabiliyetine bir noktada işkillendiğim Şubat ayında bir güzel roman yazdım! Sonbahar ayında birkaç bölüm yazıp bıraktığım bu kurguyu tamamen değiştirdim ve aman allahım, uykularım kaçtı düşünmekten ve heyecandan. Louise Bourgeois işlerine ve Müjde Ar fotoğraflarına baka baka iki ana karakterimi kurdum. Bir an önce İzmir’e gidip fotoğraf çekmek istiyorum, aklımda birkaç kilit mekan var. Gardıropları, saçları, yüzleri düşünüyorum. Artık bir retreat mi olur yoksa gidip Dungeness’ta falan bir kabin tutmak mı ama uzak bir yere gidip sadece buna odaklanmak istiyorum (kabinde tek başıma korkmayacakmışım gibi tabii).
Filatelist olduğumu söyleyemem ama İzmir’de yaşadığım dönem Göztepe PTT’de çalışan postane memuru ile veznenin yoğunluğunun izin verdiği kadar pullardan ve ikonik tasarımlardan konuşmayı seviyordum. Komşumuza gelmiş bu mektubun üzerinde titizlikle seçilmiş pulları görünce, geçen sene vefat ettiğini öğrendiğim bu beyefendiyi andım—değişik bir tırtıklı dikdörtgen gördüğümde kısa da olsa pul defteri üzerinden paylaştıklarımız aklıma geliyor. Mektup üzerindeki pulların Charles ve Diana’nın 1981’deki düğünü ya da Royal Mail’in 1985’teki 150. yıl dönümü gibi tarihlerden seçilmesi bana şunu merak ettirdi: Acaba bu kişi neden özellikle bu tarihleri ve tasarımları seçti? 1976’ya ait William Caxton pulunun yollamak istediği mesaj ne? Yoksa iki filatelist arasında sessiz bir aşık atışmasına mı tanık oluyordum? Önümüzdeki mektupları ben ve üst komşumuz merakla bekliyoruz.
Geçenlerde İzmir’e gittiğimde bir 10 sene önce bana gelen kartpostalları ve müthiş pulları bulmuştum, tamamen silmişim bu deneyimi—dünyanın her yerinden insanla kartlaşıyordum. Postcrossing’di galiba ismi. Aslında tekrar mı yapsam, özellikle Kanada ve Tayvan’dan i-na-nıl-maz değişik kartlar geliyordu. Ya da Ajanda üstünden kartpostal arkadaşları mı bulsak?
Bir akşam iş çıkışı, evimize birbuçuk saat uzaklıktaki bir kitapçıya gidip tanımadığım insanlarla bir zine yaptım. Aslında hiç şiir yazmam ama kendime seçtiğim konu önerisi -sokakta görülen ayakkabı teki- gözümün önüne bir benzinlik sahnesi getirdi, o hafta yazdığım Flaş Ajanda’dan etkilenerek. Riso makinesinde basıp beraber zımbaladık, kendi kopyalarımızı aldıktan sonra geri kalanlarını da dağıtması için kitapçıya bıraktık. Londra’da bir yerlerde zine’im hangi salonda duruyor, kim bilir. Belki okunan bir kitabın arasına sıkıştırılmıştır, bir Instagram hikayesine konu olmuştur.
Sofia Samatar’ın yazmak, özellikle “arkadaşlar arasında yazmak” üstüne yazılarını topladığı, muhteşem kapaklı Opacities kitabını okuduğumdan beri her gün günlük tutmaya çalışıyorum, bir yandan kendimi bildim bileli günlük tutan halamı kendime model alarak. Çoğunlukla her güne negatif cümlelerle başlamama inanılmaz sinir oluyorum yalnız, hatta oto-kontrol şekilde bunu düzeltmeye çalışıyorum. Açıkçası kronik hastalıktan dolayı gündelik yaşam beni çok yoruyor :] Yine de, bardağın dolu tarafını lakır lakır içmeye çalışma çabamı takdir ediyorum.
Bu ay Goodreads’imi silip Notion üzerinden bir kayıt sistemi açtım, fakat okuduklarımı buraya aktarma işlemi ne zaman biter bilmiyorum. Yıllardır okuduklarımı defterime not etsem de, izlenme derdi olmadan görüşlerimi aktarabileceğim online bir kitaplık fikri hoşuma gitti, daha doğrusu iş arkadaşımdan çaldım lol. Telefonumdaki notların kaosuna tezat olarak Notion şablonlarım çok düzenli bir profile sahip—biraz kullanılmayan, kalorifer açılmadığı için buz kesmiş bir misafir salonu havası var mı, var.
Burak’ın leziz yemekleri, özellikle kahvaltılarıyla hayatıma doğru düzgün devam edebiliyorum; yemek yapmaktan çok soğudum nedense. Ottolenghi’nin acılı mantarlı lazanyası gibi birkaç denemek istediğim tarife bile elim gitmiyor, anca geceden bekletmeli yulaf yapıyor ya da yumurta kaynatıyorum işe götürmek için. Olur ya bazen. Var mı içimdeki Şemsa Denizsel’i uyandıracak bir tarif?
Bu aralar daha sık yazıyorsun, yupppiii❤️ Sebzeli kekimin tarifini birazdan yolluyorum. Bi de aklıma bi şey geldi, senin de hoşuna gidecek😬
Eveet postcrossing idi adı ben de de onlarca kart vardı:) Hatta herkese kesin Finlandiya’dan bir kart geliyordu!