baharı karşılıyorum
mart ajandası: haftayı sıfırlıyorum, bagel yiyorum, kitaplarımı kaybediyorum, yazı grubu kuruyorum
Gündemimizde şu an sadece hak, hukuk, adalet var—açıkçası hepimiz bu kadar hayati bir mücadele verirken, benim de Türkiye’de takip ettiğim başka hiçbir şey yok. Boykot eden, meydanlara inen, bir şekilde sesini çıkaran herkese sarılıyorum.
Yani kendi küçük Mart’ımı nasıl geçirdiğimin toplumsal bir önemi olmasa da, kayıt altına almaya devam etmek istedim; dilerseniz kaydedin, sonra okuyun <3
baharı karşılıyorum
Ağaçlar çiçek açtı, tatlı bir rüzgar esiyor, kot-deri ceket kombosuyla fotoğraf çekiyorum ve bahar mizanseninden daha iyi bir şey olmayacağını düşünüyorum. Daha kaç tane ayrı nergis fotoğrafı çekebileceğimi deniyorum. Mahallede sevdiğim sokaklara gidip en sevdiğim ağaçların çiçeklenmesini kayıt altına alıyorum. Her sene şaşırtmadan pembeye, beyaza bulanan dallara baktıkça iyileşiyorum. Londra’da güneş açtığı an bir milat atıyor sanki; kışın bunalımdan içimiz geçmemiş gibi temiz bir sayfa açıyoruz ve ben her sene buna -iyi ki- kanıyorum.
haftayı sıfırlıyorum
Güneşin ısıttığı kazağımdan yayılan yumuşatıcı kokusunu içime çeke çeke günlüğümü doldurdum, yılın ilk bahar pikniğinde. New York’tan geldiğimden beri vakit bulamamıştım çalışmaktan ve koşturmaktan. Asıl amacına karşı gelip günlük değil de haftalık yazıyorum genelde. Hafta içinde yaptığım stresler, döktüğüm göz yaşları hafta sonu pek ağırlık vermiyor bana. Telefonumdaki fotoğraflara ve takvimime baka baka günleri hatırlamaya çalışırken belli başlı olaylara ve nasıl hissettiğime odaklanıyorum. Ofis işinde çalışmaya başladığımdan beri bazı rutinler olmazsa haftam gerçekten tatsız geçiyor. Haftayı şöyle sıfırlıyorum:
Günlük yazarak, evet—çetele tutmanın yanı sıra beni bekleyen haftayı özetliyorum. Bu filme gideceğim, şu kitap kulübü var, yine doktor moktor randevusu. Şu mektubu postala, kütüphaneye kitap bırak, bilmemneyi öde. Spesifik günlere yapılacakları yazdığım zaman, birkaç gün çok iyi iş halletsem de sonra o performansı tutturamayıp kendimi kötü hissediyorum—bu yüzden sadece o haftaya yönelik yazıyorum, gün atamadan.
Evi toplayarak—temiz, düzgün insanlar olsak da (haha) bütün bir hafta çalışırken ev mağaraya dönüyor. Kıyafetler çantalar dağılmış, çamaşır-bulaşık dağ olmuş, geri dönüşümler kontrolden çıkmış halde gözümüzün içine bakıyor. O hafta sonu temizliği kadar bana HERKESTEN ÜSTÜNÜM!!! hissi veren bir şey yok. Salona girip çıkıp ay ne güzel oldu demek hissi bu. Burak’la restoran kapatır gibi “gece evi kapatmak” dediğimiz bir şey de var, evi toplayıp ertesi gün giyecekleri hazırlamak vesaire. Ama bunu her gün yapamadığımız için işte olay kopuyor :]
Okuyarak—hafta sonuna özgü bir şey değil tabii ama hafta içinde adhd var olsun, bir sürü şeye başlıyorum. O yüzden haftayı sıfırlarken genelde yarım bıraktığım bir ya da iki kitabı bitirmeyi, Substack’e girip kaydettiğim yazıları okumayı çok rahatlatıcı buluyorum.
Yoga yaparak—kronik hastalık yolculuğuna girdiğimden beri yoga beni inanılmaz rahatlatıyor. Hafta içi iş öncesi yapmaya çalışıyorum ya da öğle aramda; sanırım herkes ofiste benim namaz kıldığımı düşünüyor meditasyon odasına kaybolduğum için. Çalıştığım günler yaptığım pratikler daha nazik ve kısa; bu yüzden haftayı sıfırlarken daha uzun, önceden çalıştırmadığım yerlere odaklanan videolar seçiyorum. Bir de canım ablam bana müthiş bir lavantalı mat temizleme spreyi hazırlamıştı, onu içime çeke çeke rahatlıyorum.
bagel yiyorum
New York’ta yediğimiz, içtiğimiz her şeyin bu kadar lezzetli olmasına hala inanamıyorum. Her sabah, hatta bir gün dayanamayıp sabah yedide gidip bagel yedik. Black Seed, Court ve Utopia Bagels yerseniz beni anın lütfen, çünkü ben her gün everything bagel düşünüyorum. Yalan yok, bayağı da kilo almışım ama helal olsun anlamlı şekilde aldım. İkinci olarak, Kore-Japonya seyahatimin yanından bile geçmese de bayağı bir kırtasiye alışverişi yaptım. 6th Ave’deki Kinokuniya’da her şeyde aklım kaldı ama en azından en sevdiğim Popeye dergilerinden aldım; E 10th Street’teki Niconeco Zakkaya’yı da şu notumdan hatırlarsınız:
kitaplarımı kaybediyorum
Şubat ajandası’nda bilmiş bilmiş Goodreads’imi sildiğimden ve Notion tutmaya başladığımdan bahsetmiştim. Hatta geçen hafta sonu bir günümü kendime ait bir sistem yaratmaya ve kitaplarla ilgili notlarımı yazmaya adadım. Sonra… Salak gibi yanlışlıkla TÜM notion hesabımı sildim. Üzüntümü, kendime olan sinirimi Notion destek hattına attığım çaresiz emaillerden anlatmak isterdim ama bu kadar alçalmayacağım. Benim için dua edin.
yazı grubu kuruyorum
Daha önceki yazılarımdan da anlaşılıyordur, ilginç insanlarla bir topluluğun içinde bir şeyler üretmenin beni beslediğini düşünerek genelde bir sürü işe kalkışıyorum. Aynı amaçla bu sefer de bir yazı grubunu hayata geçirdim! Arkadaşım Dot’tan yönetmesini rica ettim çünkü admin işinden çok yazmaya öncelik vermeyi istiyordum (allahtan evet dedi). Beklemediğimiz kadar çok sayıda insan başvurdu, 15’iyle ilk grubu kurduk bile. Aklımdaki fikir şu: Altı ayın sonunda bir etkinlik yapıp onun geliriyle kolektif bir şeyler basmak. Yani bana dünyanın EN İYİ fikri gibi geliyor bu, umarım dilediğimiz gibi ilerler ve hatta şaşırtır bizi. Bir sonraki grup ne olsun ya…
Bu yazı bana çok iyi geldi! Sürekli haber okumaktan zihnim iyice bulandı. Gündelik hayatın akışından detayları okumanın, izlemenin veya dinlemenin önemini fark ettim bir kez daha.
Bahar neşesi doldu içime sayende😍