kış şahlanması | winter arc
Şaka olarak başlamıştı, giderek ciddileşiyor: Kış aylarını tepebilir miyim?
Birkaç gündür en sevdiğim insanlara “KIŞ ŞAHLANMASI!” diye bağırıyorum ve ballandıra ballandıra bu trend’i nasıl bulduğumu anlatıyorum. Tiktok algoritmam beni zararsız gym bro düşünseline koyuvermiş olsa gerek, birkaç gün önce önüme “winter arc” videoları düşmeye başladı. “1 Ekim’den itibaren kapanıyoruz beyler” olarak özetleyeceğim bu trend’e göre:
Sabah 4’te kalkıp spor salonuna gidiyorsun,
Protein shake’ler, vitamin takviyeler falan tamam; iyi besleniyorsun,
Yatırımlarına ve finanslarına odaklanıyorsun,
Kış bitiminde meyvelerini topluyorsun.
Hiçbir mental/fiziksel bariyeri olmayan insanların kendilerine bir deadline koyup bir şeyler başarabilmesine hep imrenmişimdir. Başta dalga geçe geçe anlattığım bu trend’i kafamda çevirdikçe, içinden geçtiğim tuhaf dönemin de etkisiyle, potansiyeline inanmaya başladım ve kendime uyarlayarak uygulama kararı aldım. Daha doğrusu, bir anda kendimi fikre hazır buldum. Bunun birkaç sebebi var.
Sosyal anksiyetem bu aralar cayır cayır - dışarı çıkmakta zorlanıyorum ve kendimi ifade ederken şüpheye düşüp özgüvenimi yitiriyorum. Panik ataklar da cabası. Bu nedenle overthink, spiral ve abartma tozu perilerini biraz dizginlemeye çalışıyorum. Mesela dışarı çıktığımda her kaygıdan baygınlık geçirecek gibi olduğumda tüm ilgimi kamerama yöneltip fotoğraf çekmeye çalışıyorum. Günlük planlarımı uygulayamadığımda dövünmeyi bırakıp yapabildiğim kısımları kutlamak için kendimi zorluyorum, çoğu zaman başarısız olsam da. Ya da sadece, beni sevdiğine ve anladığına 100% inandığım insanlarla daha derin iletişim/bağ kuruyorum. Bir de tam bunlardan geçerken, saçma şekilde toksik ötesi bir arkadaşlığı hayatımdan çıkardım, sosyal medyada minik bir temizlik yaptım ve sonuç olarak ne kadar rahatladığıma inanamıyorum. Kendim için yarattığım güvenli alanlarda bazı insanların arkada izleyici olması bile beni ne kadar geriyor ve geride tutuyormuş! Sırf kötü insan olmamak adına kıramadığım, unfollow etmediğim ve göz yumduğum herkese yallah kış tekmesi! En azından bir kısmına :]
Tüm bu şartlar beni kış şahlanmasına hazır hale getirse de, bu rahatlamayla ve genel sağlığıma göstermeye çalıştığım özenle gelen bir şeyleri yapma çevikliğimin karşısında tarihsel bir gerçek var — kış ayları, if not all, benim için her zaman bulantılı geçer, hatta burada ve Aslında Yüzü Güzel’de yazmıştım. Sadece survive etmeye çalıştığım bu dönemlerde, kış şahlanması gibi epey efor ve irade isteyen bir yolculuğu ne kadar tamamlarım bilmiyorum ama daha şefkatli bir versiyonunu uygularsam, olur belki. Buraya soru işareti koymamak için bayağı savaştım, kendimden şüphe etmiyorum, tamam.
Hareket
Bir iki sene önce anksiyetemi çiğneyip tükürdüğünü keşfettiğim Stairmaster’a geri dönmeye karar verdim. Khloe Kardashian benimle gurur duyacaktır. Tabii bu sosyal anksiyete mini savaşları sürerken spor salonuna nasıl gideceğim, gider gitmez dönmek isteyecek miyim, üstüme olan bir spor kıyafetim kaldı mı ki, falan filan… Bunu sonra düşünürüm.
Beslenme
Duygusal türbülanslarım ve yemek arasındaki çelikten göbek bağı — hala çözülmedi bu iş :]
O yüzden ufak noktalara değineyim: Yüzümü pütür pütür yapsa da bir türlü vazgeçemediğim yulaf sütünü kestim. Dışarıda canım çektiğinde içmek okey ama yine de güzel savaşıyorum. Mesela geçen gün Shoreditch’te kaygılı bir fare gibi dolanıyorken canım acccayip yulaf sütlü kahve çekti. Bir yandan yürüyor, diğer yandan “Yok yok, cildim hemen düzeldi, yapmamalıyım” diye kendimi ikna etmeye çalışıyordum ve tam o sırada dev bir Oatly billboard’unun yanından geçtiğimi fark ettim. Ah serseri evren, aşk olsun sana… Keşke manifesting kabiliyetlerim bu kadar literal çalışmasa ama neyse…
Takviye ve Bakım
Gıpta ettiğim insanların, başta annem olmak üzere, vitaminlerini hiç aksatmamalarına ve bakım rutinlerinden şaşmamalarına bayılıyorum. Bilin bakalım kim bunları yapmıyor? Arada bir gayret geliyor — yüz maskesi, hyaluronik asit, retinol, cicaplast baume b5+, serumlar… Sonra tık yok. Mesela takvimimde D vitamini almam gereken günleri görüyorum, görüyor ve almıyorum, inanılmaz bir atalet bu. Şimdilik D vitamini almakla ve geceleri nemlendirici sürmekle başlayacağım işe, hadi bakalım.
Bir de keşke Londra’da popoma B12 iğnesi vurabilecek birini bulsam (şaka değil).
Uyku
Bunun kış şahlanmasıyla değil de sert bir yatakla, hatta bayağı yerde tatami üstünde yatmakla çözüleceğini düşünüyorum. Beslenmeyle bağlantısı da var; geç yediğimde, çok yediğimde sürekli uyanıyorum ve karabasanla silkeleniyorum (bunu da yazmıştım lol). Genel olarak uyku saatimi geriye çekmeye çalışacağım, hiiiiiç sanmıyorum becerebileceğimi ama günler artık kısalıyor ve gün ışığını ne kadar uzun görürsem o kadar iyi kendimi kandırırım.
Kültürel beslenme
Kültürü dağınık tüketme özelliğime hep hayıflanırdım ama bir süredir bu yanımı kucaklıyorum ve bunu tüketme yerine beslenme olarak görmeye çalışıyorum. Ayrıca bununla kol kola giden, aynı şekilde dağınık ve sürekli, susmayan, stacked/repurposed bir kültür-medya var; her kanaldan, formattan üstüme atılanları kendi kafama göre sindirmeme kızamayacağım artık.
Bir yandan, 10 tane İpek Ongun kitabı yerine daha düşünceli seçimler yapıp okuma listemden gitmeye titizlenmenin kış şahlanması bağlamına daha çok yakışacağını düşünüyorum. Bir de, sinemada film izlemeyi seven ama pahalılığından dert yanan biri olarak evde daha çok film izlemeyi deneyeceğim (mmhm sanmıyorum).
Dün Cansu’yla telefonda konuşurken Substack’in ne kadar canlandığından, dare I say, şahlandığından bahsettik. Twitter’ın bitmesi, Threads’in cevap olamaması, Instagram’ın reklam platformuna dönüşmesi ve bence kolektif olarak Tumblr’ı özlememiz Substack’in özgün değerini iyice ortaya çıkardı. Dört sene önce burayı açtığımda sadece İngilizce yazabileceğimi düşünürken, şimdi bu yazının Türkçe okunacağını bilmek iyi hissettiriyor. Bu nedenle, buraya ayrı bir özen göstermek istiyorum.
Üretme
Bu da konuyu üretmeye getiriyor. Bu aralar epey yazıyorum ve kim ne düşünür’ü beynimin arkalarına itelediğim için akıyor. Öyle şarıl şarıl akan bir şelale değil de, Londra’da kireç tutmuş bir duş başlığı gibi, iş görüyor.
Bununla birlikte, son zamanlarda üretmenin yanı sıra aslında ne kadar çok topluluk oluşturmayı ve içinde bulunmayı sevdiğimi anladım. Kitap kulüpleri olsun, zine atölyeleri olsun, tüm kaygılarıma rağmen insanlarla beraber olmayı ve üretmeyi seviyorum. Mahallemde gerçekleştirmek için fırsat kolladığım bir zine atölyesi, hatta serisi var, umarım bu kış bunu hayata geçiririm. AYGGRKK (Aslında Yüzü Güzel Grafik Roman Kitap Kulübü haha) Belkıs’la beni çok mutlu ediyor; yakında ikinci sezonu açacağımız için pek heyecanlıyız — 14 Ekim’de Orhan Umut Gökçek’in Tuş kitabını okuyacağız mesela. Bir yandan da çalıştığım kitapçıda kurgu okuduğumuz bir kitap kulübü + social dinner kuruyorum, yani şahlanmanın bu ayağı iyi gidiyor.
Soluklanma
Ben kendimi tanıyorum, sevdiklerim beni tanıyor, depresyonum-kaygım beni tanıyor: Bir noktada azmimi ve hevesimi yitirdiğimde, kendimde güç ve “hal” bulamadığımda ne olacak?
Valla…buna bir cevabım yok. Ama en deli yürek at bile sürekli şahlanıp koşturamaz değil mi? Ayrıca durmadan özen içinde yaşamak, afedersiniz, çok sıkıcı. Arada çürümek ve sık sık soluklanmak her zaman iyidir; hatta bunun için nefesimin kesilmesini beklememe gerek de yok — nasıl telkin ama?
Telefonumda yeni bir not açtım: “yaşadığım güzel şeyler”. Yaptığım her şeyi küçümseme, kendimden kuşku duyma ve kendimi yerme gibi muhteşem huylarıma inat çok güzel, dolu dolu bir hayat yaşadığımı düşünüyorum ve özellikle soluklandığım anlarda bunlara geri dönmenin beni avutacağına inanıyorum. Şahlanma falan bahane, tatmin hissettiğim huzurlu ve dingin bir kış geçirmeyi tahayyül etmek bile şu an benim için bir kişisel devrim.
Yine de umarım yakında hepimiz şahlanırız — ya da yan yana kendi hızımızda tırıs gitsek de olur. Görüşürüz!
Ne güzel yazmışsınız. Bir kez daha okuyacağım.
Kış Şahlanması! Arka planda kafamda at sesleri. İiii-ihhhhhiyuv (kötü bir kişneme taklidi) <3 P.S. Şu Substack'in Türkçe konuşanlar arasında şahlanması bölümüne de ekstra katıldım.